Muhittin Gürün ile...
"Teftiş Kurulu Ailesinin merhum üyesi Muhittin GÜRÜN ile 24.06.2003 Salı günü yapılan söyleşinin teyp kaydının özgün metnidir."
"1330'da (1914) Çankırı'da doğdum. Çankırı'da ilkokulu ve ortaokulu okudum. Sonra babamın memuriyeti dolayısıyla Ankara'ya taşındık. O aralar maliyede bir reform yapmışlardı. Babam da maliyede memurdu, mal falan da yapmıştı. Onla beraber Ankara'ya geldik, Ankara Lisesine gittim. O zaman taş mektep vardı Ankara'da, o tek lise idi başka yoktu. Bir sene sonra parasız yatılı imtihanlarına girdim. Onu kazandım iki senede parasız yatılı okudum Ankara Erkek Lisesinde. O dönemde çok yokluk çekmedik, memur maaşı ile geçiniyorduk. Babam emekli olduğunda şube müdür muaviniydi Muhasebat Genel Müdürlüğünde.
Sonra ben İstanbul'a Mülkiye imtihanlarına gittim. O zaman imtihan bir Mülkiyede vardı bir de Mühendis mektebinde. Başka hiçbir yerde imtihan yoktu. Herkes serbest, isteyen istediği okula girerdi. Hatta ben liseden birincilikle çıktığım için, tıp fakültesine zorla almak istediler. Ama bizim aile durumumuz dolayısıyla öyle uzun tahsile imkanımız yoktu. Onun için Mülkiyeyi istedim. Üç senede bitsin bu iş dedim. O zaman bütün yüksek okullar, hukuk fakülteleri falan üç yıldı. Dört yıl sonradan oldu.
Muhittin Gürün Yıldız'daydı o zaman Mülkiye, orda okudum üç sene, yatılıydı. Mülkiyeye aşağı yukarı son sıralarda girdim. Çünkü daha çok İstanbul çıkışlılar geliyordu. Mülkiyeye ve imtihanı yapanların hepsi de İstanbul liselerinin hocalarıydı. Biraz tabi onlarda hoca öğrenci tanışıklığı var. Böylece bizde ancak listenin sonlarında girebildik. O zaman sınavdan başka bir de sağlık raporu istiyorlardı Türkiye'nin her tarafında görev yapabilir diye. Nitekim Şişli Etfal Hastanesinde ilk muayenelerim oldu, bütün sınava girenleri oraya sevk ediyorlar tabi. Oradaki doktorlar bana "sen çok zayıfsın, bu işi kıvıramazsın, öyle yurdun her tarafında kolay gezemezsin" dediler. Bende niye dedim, ben çok sağlamım. "Olmaz, tıbben seni Mülkiyeye alamayız. Devlet sana masraf edecek bu kadar" dediler. Eeee ne olacak dedim. "Valla onu bilmeyiz kendin karar vereceksin ne olacağını" dediler. O zaman Mülkiyenin Müdürü Şükrü beydi. Çok efendi bir adam, dışarıda okumuş, iktisat hocası İstanbul Hukuk Fakültesinde, bizde de müdür. Zaten o zaman Mülkiye ile İstanbul Hukuk Fakültesi hocaları aynı idi. Mesela Sıddık Sami bey orda idare okuturdu bizde medeni okuturdu yani hocalarımız müşterek. Şükrü beye imtihanı kazandım ama dedim sağlık kurulu beni uygun bulmadı. "Niye bulmamışlar" dedi. Böyle böyle dediler bana, ben zayıfmışım. "Olur mu öyle şey, seni bir de Cerrahpaşaya havale edelim" dedi. Bir de benim gibi birkaç kişi daha var, sepetten aşağı inemeyen yukarıda kalan. Biz gittik muayenemizi olduk. Onlar buz gibi yaparsın, hadi git mektebine gir dediler. Geldim mektebe, hakikaten kaydımı yaptılar.
Okulu bitirdik, evim barkım hep Ankara'da, oraya dönecem. İşte çocuklar ayrılıyor, herkes bir tarafa. Bende vedalaşmaya müdüre gittim. Bu arada hani ben en sonda girdiydim ya Mülkiyeye, çıkışta Mülkiyeyi birincilikle bitirdim. Şükrü bey okulda devre arasında gelir herkese ayrı ayrı durumunu söylerdi, bana sıra gelince bir gün "yav bu nasıl oluyor böyle, sen sonuncu girmişsin Mülkiyeye birinci çıkıyorsun" dedi, valla efendim dedim arkadaşlar bana yol verdiler ben de çıkıyorum. O zaman bana "Ankara'ya giderken bana bir uğra" dedi. Bende peki efendim dedim. İşte Ankara'ya dönerken ona gittim. Ben Ankara'ya gidiyorum efendim dedim. O hazırlamış bir mektup, Maliye Bakanına, Fuat AĞRALI'ya. "Bunu doğruca bakana götüreceksin, kendi elinle teslim edeceksin" dedi.
Ankara'ya döndüm. Ben tabi o zaman okul bitirmişim ya bakan makan vız geliyor bana. Ertesi gün, Ankara'da evimize de yakın, gittim Maliye Bakanlığına doğru bakanın kapısına. Kapıda ızbandut gibi bir odacı. "Ne o, nereye gidiyorsun öyle" dedi. Bakana dedim mektubum var. Ha dedi şu kapıdan gireceksin içeriye bu kapıdan giremezsin. Oraya girdim. Orada da bir özel kalem müdürü var, Rıfat bey. Sonradan milletvekili falan oldu, Niğdeli. Ona böyle böyle efendim dedim ben bakan beye, o zaman adları bakan değil tabi vekil, vekil beye bir mektup getirdim mektep müdüründen, onu vermek istiyorum. "Onlar şimdi çalışıyorlar çalışma odasında, ben bir ara girer söylerim, artık kendi ne yaparsa" dedi. Beni oturttu oraya, hakikaten biraz sonra vekil bey sizi istiyor dedi. Gittim elimde mektup, içeri girince "oooo evlat hoş geldin" dedi, hoş bulduk efendim dedim. Mektubu uzattım, size bir mektup getirdim dedim Şükrü beyden dedim. "Ver bakalım şu mektubu, ne demiş" dedi. AĞRALI o zaman bakan ama eski Osmanlı adamı, Halep'te falan Defterdarlıklar yapmış maliye tarihinde önemli zatlardan. "İyi yaptın bana gelmekle" dedi hemen düğmeye bastı, birini çağırdı, iriyarı bir adam geldi. Meğer o da zat işlerinde müdür muaviniymiş yani personel müdür muavini. Vekil bey, "Bak bu arkadaş geldi, bize girecek, hemen buna bir yer bul, çalışsın, yarın işe başlasın" dedi. Halbuki ben öyle bir şey demedim ki, o istiyor bütün yüksek okul mezunları maliyede çalışsın. Adam tuttu beni, aldı oradan götürdü, "yav ben seni nereye vereyim şimdi" dedi. Valla efendim dedim neresi sizce uygunsa beni oraya verin, bakmayın siz vekil beyin dediğine. Adam dedi ki "ben seni taahhütler şubesine tetkik memuru olarak tayin ettireyim". Taahhütler şubesi de Bütçe Mali Kontrol Genel Müdürlüğünde. O zaman Bütçe Mali Kontrolün iki şubesi var; birisi taahhütler şubesi diğeri de bütçe şubesi. Beni taahhütler şubesine tetkik memuru olarak verdiler.
Sonradan bana AĞRALI, "ne kadar Mülkiyeli, Hukuk mezunu arkadaşın varsa getir, bak sorumlu sensin bir yerde müşkülata uğrarsan gel bana haber ver" dedi. Neyse biz artık orda şey kesiyoruz biraz, adamda AĞRALI'nın bu dediklerini duydu bana da itibar ediyor. İşe başladık orda. Mümeyyiz derler kalemin en başında oturan bir adam vardı, yaşlıca, meslekten yetişme. Bana "evlat sen buraya geldin ama sen herhalde burada durmayacaksın" dedi. Evet efendim burada durmayacağım dedim. "Ne yapacaksın" dedi. Ben dedim Teftiş Heyeti imtihanlarına hazırlanacağım, Maliye Müfettişliğine. "Peki, sana doğru düzgün bir iş vermeyelim de, sen derslerine çalış, gene de bir iki iş veririm sana onları da yaparsın arkadaşlar da yardım eder sana" dedi. İyi bir adamdı.
Teftiş Kurulu o zaman benim gözümde en yüksek memuriyet. Zaten lisede falan da ben müfettiş olmak istiyorum derdim kendi kendime. Çünkü önümde bir rehber vardı Cemal YEŞİL adlı bir Maliye Müfettişi, vekalette el üstünde tutulurdu, çok terbiyeli biriydi. Başbakanlık Müsteşarı, büyükelçi falan oldu. Teftiş heyetinin güzide elemanlarından birisiydi. Hani maliyede Tetkik Kurulu vardır ya onu kuranlar üç kişidir; birisi Cemal YEŞİL bey, diğeri Hulusi AYKENT sonradan Gümrük bakanı oldu, üçüncüsü de Cezmi bey (ERÇİN) Teftiş Kurulu başkanı o da sonradan milletvekili, Ticaret bakanı falan oldu.
Teftiş Heyetinin imtihanları oldu, bitmek üzeriydi yani duyuyoruz ki neticeler yavaş yavaş çıkıyor bir gün bana seni Cezmi bey çağırıyor dediler. Bir de o ara Avrupa imtihanı açıldı. Bakanlıktaki yüksek okul mezunlarını imtihanla dışarıya okumaya gönderiyorlar. Bizim Ziya KAYLA falan vardı onlar hep öyle gittiler. Ben iki imtihana da girdim, hangisi tutarsa diyorum kendi kendime. Gittim Cezmi beye, oturtturdu beni karşısına, işte nasılsın iyimisin evladım falan, "ben iki imtihanında neticelerini takip ediyorum, öyle zannediyorum ki sen ikisini de kazanacaksın, tabi bu imtihan kesin bir şey de söylenemez ama Maliye Teftiş Heyetine girmeye hak kazandığını söyleyebilirim, şimdi senden istediğim bunlardan birini seçmen, bana sorarsan sen teftiş heyetinde kal, neden dersen eğer Avrupa'ya gidersen dönüşte Teftiş Heyeti için tekrar imtihana girmen gerekir, nitekim önünde bir misal var" dedi. Hüseyin BENGİ diye bir Müfettiş arkadaş vardı, o öyle yapmış gitmiş Fransa'da o şekilde okumuş, sonra gelmiş Teftiş Heyeti imtihanlarına girmiş, Müfettiş olmuş.
Sonra düşündüm taşındım, arkadaşlar da yavaş yavaş Ankara'da toplandı okuldan gelen, onlarla konuşuyorum danışıyorum, bir kısmı diyor ki git Avrupa'ya gelince tekrar girer kazanırsın, bir kısmı da diyor ki dönüşte tekrar imtihana tabi tutuyorlar seni ya kazanamazsan. İşte eve gittim, böyle böyle dedim anneme babama, ben dedim Avrupa'ya gidecem yeniden okumaya. Annem başladı ağlamaya, ya olur mu yeni geldin buraya, nasıl gidersin bizi bırakıp ta falan. Ya anne dedim böyle böyle durum ama benim içim de bozuldu. Sonra gittim Teftiş Heyetini seçtiğimi söyledim. Teftiş Kurulu'na böylece girdim.
Teftiş Heyetine girince dünyayı kurmuşum gibi hissettim. Bana bir çanta verdiler birkaç müfettişin eskittiği bu dediler demirbaş, bir çek defteri verdiler bundan dediler aylığını alacaksın, bir de hüviyet varakası verdiler İsmet İNÖNÜ imzalı. O zaman taş handa bir kahve vardı, oraya gittim ve bir yorgunluk kahvesi içtim.
Bana seni İstanbul'da Hadi beyin (HÜSMAN) yanına verdik, git ona teslim ol dediler ve İstanbul'a gönderdiler. Benim promosyon arkadaşım vardı Bedri (RAKUNT) ikimizi onun refakatine verdiler. Bankalar caddesinde Kulekapı maliye şubesi vardı, verilen beyanname vergi kanunlarına uygun mu diye puantaj yapmaya başladık o zaman zaten bir tek kazanç vergisi vardı. Hadi bey ara sıra uğrar ne yapıyorsunuz çocuklar diye sorardı, böyle böyle yapıyoruz derdik, o da gördüklerinizi bir kağıda alın sonra beraber onu Rapor haline getiririz derdi. Sonra bizi aldı Karaköy'de şimdi duruyor mu bilmem bir taş bina vardı orda bir sarraf incelemeye götürdü. Hadi beye orda inceleme vermişler bizi de götürdü. Taş bir oda, soğuk buz gibi, adam bir gaz lambası verdi gaz kokuyor oda, Hadi bey bir tarafta biz bir tarafta çalışıyoruz, adam da ikide bir gelip sızlanıyor ne zaman gidiyorsunuz diye. Ya dedik daha yeni geldik dur bakalım. Yo olmaz diyor çabuk gidin, biz sarrafız, itimat üzerine çalışırız, adım çıktı Müfettişler gelmiş hesaplarını inceliyor diye, bana artık kolay kolay müşteri gelmez. Biz dedik öyle olmaz ne zaman işimiz biterse o zaman gideriz. Müfettişlik böyle başladı.
Sonra turneler, 6 ay sürerdi, ulaşım da berbat. Müfettiş muavinliğimin üçüncü yılında bizi tek başımıza turneye gönderdiler. İlk önce Nazilli'ye gittim mal müdürlüğü teftişine. Gittim mal müdürlüğüne ilk önce vezne teftişine başladım, veznedara kendimi tanıttım, mal müdürünü de çağırttım, neyse parası pulu yokmuş zaten adamın beş on kuruş parası çıktı kayıtlara da uygun, sonra pulları var onları saymaya başladım. Veznedar da orda çok muteber bir adammış nerdeyse hani hacı hoca derecesinde muteber sayarlarmış, o kadar emniyet telkin etmiş etrafına. Herkesin bu kadar emniyet telkin ettiği adam kötü çıkacak değil ya. Bizde başladık pul kutularını saymaya. O zaman pullar bu kutuların içinde kulakları dışarıda kalırdı. Ekseriyetle ordan sayılır. Başladık ordan saymaya, bir iki sayarken, birisinin kulağı elime geldi. Allah allah bu niye elime geldi dedim. Gelmemesi lazım, çünkü yapışık olacak. Adama dedim şu kutuya aç bakalım. Meğer kulak tamam içerisinde bir iki plak var geri kalan pullar yok. Nerde bunlar dedim, adam hık mık ediyor. Şu saydığımız kutuları da getir bakalım dedim. Hepsini açıyoruz öyle çıkıyor. Adam kutulardan pulları çalmış, yalnız kulaklarını bırakmış. Neyse fezlekeyi hazırladık, adliyeye verdik adamı. Ondan sonra Çine'ye gidicem, evvela Aydın'a sonra Çine'ye. Aydın'a kadar neyle gideceksin, trenle. Meğer o gün bizim trene, o veznedarı da Aydın ağır cezasına göndermeye çıkmışlar mı jandarmalar. Yani ikimiz aynı trende Aydın'a kadar gittik. Herkes adamı uğurlamaya gelmiş, bana hiç kimse güler yüzle bakmıyor, ufacık çocuk nerden çıktı bu başımıza diyorlar.
Müfettişliğim sırasında, o zaman Şevket ADALAN İstanbul Defterdarı, beni Defterdar muavini olarak istedi. Bende tedvir usulü uygulanırsa gelirim dedim. Eşim hamile onu Çankırı'ya annesine gönderdim, İstanbul'a geldim, bir ev tuttum. Bir müddet orda çalıştım. Ondan sonra Şevket bey ayrıldı. Ben ordayken varlık vergisini yaptı. Sonra Faik bey (ÖKTE) geldi. Faik bey gelince beni Ankara'ya aldı Şevket bey, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdür Muavinliğine. Genel Müdür Hadi beydi (HÜSMAN). Hadi beyle iyi kaynaştık, iyi çalıştık beraber. O zaman Bütçe Mali Kontrolde bir tek muavin vardı.
Bizde İsmail Rüştü (AKSAL) vardı, benim promosyon arkadaşım, o Halk Partisine geçti, ordan milletvekili oldu ve Maliye Bakanı oldu. O Maliye Bakanı olunca beni müsteşar muavinliğine getirdi. Ben halbuki istemedim. Çünkü benim yerim kendi sıramdı dedim, kızdım zaten, yüzüne de söyledim. Benim yerime Ekrem ŞAHENK'i getirince bana mecburen müsteşar muavinliğini verdiler.
O sırada seçimler oldu, İsmail gitti. Demokrat Parti geldi, bizde Halil bey (AYAN) vardı, beraber varlık vergisini yaptığımız adam, o bakan olunca bu sefer beni tuttu müsteşar muavinliğinden aldı, senin eski yerin oraya gideceksin dedi ve beni tekrar Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğüne getirdiler, genel müdür olarak.
Ama baktım ki işler ısınıyor. Hasan (POLATKAN) bizim okuldan, bizden iki sınıf aşağıda. Karşıda bir İstanbul pastahanesi vardı, hep bizim çocuklar orda toplanırlardı, bu da oraya gelirdi, tam adaylar açıklandığında 2,5 lirası vardı. Şans, adam seçildi. İki ay çalışma bakanlığı yaptı, ondan sonra bunu maliye bakanı yaptılar. Bende Bütçe Mali Kontrol Genel Müdürüyüm. İlk bütçelerini ben yapıp verdim bu Demokrat Partililerinin. Fakat baktım ki ben bu Hasan ile geçinemiyorum. O sırada Sayıştay daire başkanlığı boşalmıştı. Orası için Meclise dilekçe verdim, o zaman meclis seçiyordu daire başkanlarını da başkanını da. Hasan duymuş bunu, ben söylemedim. Bir mesele için konuşurken, sen Sayıştay'a başvurmuşsun dedi, vurdum dedim, bir gün dedim bakacam siz bana iş arayacaksınız en iyisi ondan önce ben kendi işimi bulayım. Olmaz dedi katiyen ben senin aleyhine çalışacam.
Ama Demokratlardan da benim tanıdığım var ilk bütçelerini yaptığım için, maliyeciliği ben öğrettim onlara, bütçe nasıl yapılır, içlerinde de arkadaşlarım var. Bizden, Teftiş Heyetinden gitme. Seçime girdik ve büyük çoğunlukla kazandık. Daire başkanı olduk. Bir sene sonra başkan ayrıldı, orası da boşaldı, bu sefer oraya da talip oldum. Eski meslekten yetişme bir adam var Sayıştayda, eski olduğu için Celal BAYAR'ı falan da tanıyor bir türlü seçim yapılmıyor. Bende Adnan MENDERES'i tanıyorum, şansım orda. Ben bir gün MENDERES'ten randevu istedim. Nasılsın iyimisin diye beni ayakta karşıladı. Efendim dedim birinci başkanlık var Sayıştay'da boş, aylardır seçim yapılmıyor, bende talibim. MENDERES, "çok iyi, senden iyi başkan mı bulacaz, ben söylerim hemen seçimi yapsınlar" dedi. Hakikaten aşağı yukarı bir hafta sonra seçim ilan edildi. Seçim yaptılar. O şekilde Sayıştay başkanı oldum.
Sayıştay'da 5-6 sene çalıştım, başkanlık yaptım. İhtilal oldu bu sefer. Milli Birlik Kurulu Anayasa hazırladı. Tabi bana kimse bir şey sormuyor, söylemiyor. Yalnız bir gün TÜRKEŞ çağırdı, başbakanlık müsteşarı o zaman. Meclis, Sayıştay ve Cumhurbaşkanlığı'nın üçünün birden ita amirliğini mecliste idareci üyelerden birisi olurdu, onlarda gidince ita amiri yok. TÜRKEŞ bana "kim yapacak bu ita amirliğini, ben seni uygun buldum" dedi. Efendim dedim bizim mevzuatımıza göre memurdan ita amiri olmaz, ben memur statüsünde bir adamım ancak siyasi hüviyette olan bir adam bu işi yapabilir. Tuttular beni ita amiri yaptılar. Herkes sızlanıyor, bu bordroları imzala da aylıklarımızı alalım. Ya ne yapayım diye düşünüyorum. Hadi getirin dedim imzalayım. Bir ay geçmeden TÜRKEŞ'e gene gittim. Valla efendim dedim bu böyle olmuyor idareci üyelerden biri yapmalı bu işi. Sonunda kabul etti.
O sırada yaptıkları Anayasaya çıktı. Orda Anayasa Mahkemesine Sayıştay'dan bir kontenjan verilmiş. Sayıştay genel kurulundan oy birliği ile Anayasa Mahkemesine seçildim. Ve orda da meslek hayatımızı bitirdik.
1961'de Kurucu Meclis üyeliği yapmıştım, oradan bir emekli aylığı bağladılar, başka bir yerden aylık aldığım yok, bir tek o. Emekli olduktan sonra, 85'e kadar Ankara'da oturdum. Orada bir evim vardı. Çocuklar İstanbul'daydı. Buraya gel dediler, geldim. Bu ev kızımın evi. Oradaki evi sattım, onun parasıyla burada bir ev alamadım."
Tüm anılar ve söyleşilere geri dön